Damga Gazetesi ve Haberdar Dergisi yönetim kurulu başkanı İstanbul Gazeteciler Derneği Başkanı Mehmet Mert, Michael Kuyucu’nun hazırlayıp sunduğu Akademik Bakış programında gazetecilik mesleğini değerlendirdi. Otuz yıllık deneyimli gazeteci Mert, gazetecilerin ve medya sahiplerinin başka alanlarda çalışmasının sakıncalarından sosyal medyanın gazeteciliğe olan etkilerine kadar farklı konularda fikirlerini aktardı.

Gazetecinin Ne Sosyal Hakları Ne de Sendikası Var

Gazetecilik insanları doğru yönlendirmektir. Olanı, biteni duyduğunu aktarmaktır. Haber üretmektir, haber vermektir, bilgi üretmektir. Gazeteci bilgiden beslenir. Bilginiz yoksa, kaynağınız yoksa, belgeniz yoksa bir hiçsiniz. İşti o bilgi, belge, kaynak olmadan günümüzde ne yazık ki sosyal medya gazeteciliği türetildi ve üretildi. Bilgisiz, kaynaksız tamamen boş laflardan üretilen, uydurmasyonla gazeteci bir taraftan kendi mesleğiyle, meslektaşlarıyla kavga ederken, alanda savaşırken birden bire hiç olmadık yerden hem de inanılmaz bir şekilde çıktı. Bugün insanların zannediyorum % 80’i, 90’nı sosyal medyayla uğraşıyor. Bir anda kendini öyle büyük kalabalığın karşısında buldu gerçek gazeteciler ve günümüzde mesleğini yapamaz hale geldi. Yine son günlerde çok gözlemliyorum. Artık gazeteci arkadaşlarım kendini gazeteci olarak lanse etmekten çekiniyor. Basın danışmanıyım diyor, halkla ilişkilerciyim diyor işte uzmanım diyor başka mesleklere yöneliyor. Bakın mesela ülkemizde onlarca iletişim fakültesi her yıl sanırım binlerce gazeteci iletişim mezunu üretiyor. Onda biri aynı alanda iş bulamıyor. Bırakın işini staj yapamıyor. Hele hele iş alanında baktığınızda yine diğer mesleklerle karşılaştırdığınızda gazetecinin ne yazık ki ne sosyal hakkı var ne sendikası var ne sağlıklı bir iş yapısı bir anlayışı var. İşte bugün bizim cebimizde taşıdığımız sarı basın kartı 1961 yılında yürürlüğe giren 212. Basın Yasasıyla dağıtılmaya başlamıştır. Aynı şekilde o kartında bir anlamı yok günümüzde bir içeriği yok, bir özelliği yok. Gazeteciliği ne yazık ki herkes yapıyor. Yani herkes çok rahat bir şekilde bugün dünyanın izlediği ki buna Türkiye’de daha çok şahit olmaktayız. O büyük ekranlarda bulunanların % 90’nı gazeteci değil, televizyoncu değil. Hukukçudur atıyorum siyasi bir partinin temsilcisidir, eğitimcidir. Ve gazeteciliği öldüren belki de en büyük özellik gazeteciliği gazetecilerin yapmamasıdır.

Mustafa Kemal’in Çıkardığı Gazete

Mustafa Kemal Paşa’nın Mimber diye bir gazetesi vardı. Bilmeyenler duysun lütfen 1917. Kendi çıkarttığı üç tane arkadaşıyla Mimber diye bir gazete. Gazete 51 gün yayında kalmıştır. Ne zaman ki Mustafa Kemal Paşa, Damat Enver Paşa’yı eleştirmeyi görsün, gazete kapanıyor. Mustafa Kemal Paşa’ya da bir daha gazetecilik, yazı yazma yasaklanıyor. Ve Mustafa Kemal Paşa’ya Sabiha Gökçen’le bir gün sohbetinde Sabiha Gökçen der ki; paşam asker olmaktan memnun musunuz, asker olmasaydınız komutan olmasaydınız ne olurdunuz? Mustafa Kemal der ki; gazeteci olurdum. Çünkü gazetecilikte insanların derdi için uğraşan, savaşan, dünyanın güzelliği için düzeni için uğraşan bir meslektir der. Gazetecilik böyle özel bir meslekken çağımızda da bilimle uğraşması gerekirken, insanları yetiştirmesi doğru yönlendirmesi gerekirken ne yazık ki gazeteciler gazetecilik yapamıyor. Gazetecilik bir başka insanların eline kaldığı için de günümüzde bu raytinglere yansıyor, gazete tirajlarına yansıyor, kitap okurluk oranlarına yansıyor.

Amazon Washington Post’u Neden Satın Aldı

amazon.com birkaç yıl önce Washington Post Gazetesini satın aldı. Washington Post erimeye doğru gidiyordu. Amazon biliyorsunuz dünyanın internet devi, herkes şaşırdı. Amazon’un sahibine sordular. Niye gazete madem ölüyor? Dedi ki; “biz bu tür kurumları değerleri öldürmeye, ölmesine göz yumarsak yarın bizim de ölüşümüz, bizim de sonumuz olur” diyerek gazeteyi satın aldı. Ve bugün o gazete tirajını yükseltti ve Amazon’un geldiği noktada da büyük pay sahibi oldu. Çünkü ismiyle, cismiyle, etkenleriyle amazon.com’un diğer internet alanındaki durumuna katkı sundu.

Bizde de bu gerçekle davranılırsa yöneticilerimiz, devletimiz, duyarlı iş adamlarımız ne kağıt gazete ölür, ne kitap ölür. Ağaç var oldukça kağıt baskılar var olur. Sadece zayıflar. Zayıflamaması içinde mesela ben hep arkadaşlarımdan duyuyorum. Şuradan aldığı tadı kağıt gazete okumaktan aldığı tadı buralardan alamıyor. Kolay olsun diye buna ulaşılıyor. O koku, o haz, o keyif artı internet ortamında siz biliyorsunuz ne yazık ki daha bir işin cılkı çıkmış. Başlık değiştirmeler, içerik değiştirmeler, haber kaldırmaları ki bu da çok önemli yeri gelmişken. Halen ülkemizde internet gazeteciliği mevzuatı yok. Siz internet gazeteciliği yaptığınız için siz yayın organı sahibi yayıncı sayılıyorsunuz. Dava açılıyor basın yasasından ama size bu devlet bizim devletimiz basın kartı vermiyor. Böyle bir tezat var. Yerel gazetecilik ülkemizde yerel sayılıyor, küçük sayılıyor, ufak sayılıyor, üvey evlat sayılıyor, az destekleniyor ama yasalara gelindiği zaman ben aynı davadan maruz kalırsam siz ulusal ben yerel size de bana da aynı ceza verilor. Burada inanılmaz bir adaletsizlik var.

Bir Gün Herkese Tarafsız Bir Yayın Organı Lazım Olacak

Yurtdışında bakın sizin çok komşu memleketlere gittiğimizde ben Yunanistan, Bulgaristan, Almanya sık sık dolaşırım Moskova. Mesela Yunanistan’da şu çok net dikkatimi çekmişti geçen yıl. Her esnafın, restoranın, mağazanın önünde gazeteler, dergiler vardı. Bunlar devlet desteklidir. Maliyeti ödenir. İnsanlar fikir sahibi olsun diye ücretsiz oraya konulur okunsun. Finlandiya, Danimarka, Norveç, İsveç gibi ülkelerde ise bir gazetelerin ailelere, evlere abonelik şartı vardır. Elektrik, su gibi aboneliklerde bir de gazete aboneliği şartları vardır. Hatta Finlandiya’nın bir kentinde bir hane başına iki gazete düşüyor. Yani hem devletin verdiği şartlardan dolayı abone oluyor adam hem de aynı zamanda başka bir yayın organına daha hatta bir tanesiyle konuştum ben neden böyle aynı haberler, yaşasınlar diye diyor. Yaşasınlar. Bilinç, kültür ayrı bir şey, ayrı bir özellik. Bizim okurlarımız arasında da var. Mahalleye bir gazete gidiyor elden ele dolaşıyor. Abone olunmuyor ben nasıl olsa okudum. Nasıl olsa internetten gördüm. Nasıl olsa aynı haberi veriyorsunuz. Bu kültür yok ve benim bir sözüm var. Bir gün herkese özgür, bağımsız, tarafsız bir yayın organı lazım olacak yaşayan herkese. Günü gelen herkes bunu anlayacaktır. Siz bugün eğer onu yaşatmazsanız o değeri kıymeti bilmezseniz o mağduriyeti siz de yaşayacaksınız.

Gazeteci gazetecilik dışında başka hiçbir geliri olmayan kişidir

Özel üniversiteler, okullarda öğrencilere müşteri gözüyle bakılıyor. Sağlık sektörümüzde hastalara müşteri gözüyle bakılıyor. Medya da gazetecilere benim personelim, benim memurum, benim halkla ilişkiler uzmanım gözüyle bakılıyor. Gazeteci gözüyle bakılmış olsa bugün sayın cumhurbaşkanı uçağa her zaman aynı adamları almaz. Sayın Kılıçdaroğlu makamına her zaman aynı adamı almaz. Yani gazeteciliğin kurtulmasını istiyorsak bir birey olarak gerçekten hakikati yazan adamları savunacağız düşmanımız bile olsa yanında duracağız. Ve bu ülkede hatta dünyada medyaya bulaşanların başka sektöre holdinge, paraya bulaşmasına izin vermeyeceğiz. Kaldı ki Türkiye Cumhuriyeti anayasasında gazetecinin tanımı şudur: “Gazeteci gazetecilik dışında başka hiçbir geliri olmayan kişidir”. Anayasada böyle bir şey var. Sarı basın kartını kimler taşır? Gazetecilik dışında yani benim cebimde sarı basın kartı var. Eğer başka bir işim olsa, köftecilik yapsam gelirim belgelense basın kartım iptal ediliyor, mantık bu. Bunu şimdi kılıfına uyduranlar var, onu anladık yav sen devletsin göz yumma. Gazete sahibine aynı zamanda nasıl banka kurma hakkı veriyorsun nasıl otomobil satma hakkı nasıl emlak, bina verme hakkı, verme bu. Benim söylediğim zaten mevzuat tezatı o. Ben defalarca Ankara’ya mevzuat götürdüm. Bir tane bir delikanlı çıkıp kürsüden konuşmadı arkadaş. Bize yakın siyasilere de söylediğimde ne yapayım? % 90 medyada rezil mi olayım bu gece? Ol anasını satayım. Ne olacak ki? Niye Ankara’ya gidiyorsun? Niye Meclis’e gidiyorsun ki sen?

Seçimi Kaybedenler Seçimleri İptal Edenlerdir

Yapılan bir seçimin çok mantıklı, makul ve gerekçeli karara bağlamadan önce iptal edilmesi ve yeniden sandığa gidilmesi hiçbir şekilde kabul edilir bir tarafı olacağını düşünmüyorum. Düşünün yine spordan örnek verirsek; ciddi bir müsabaka yapıyorsunuz. İyi kötü, kavga gürültü maçı kazanıyorsunuz sonra iptal bir daha oynayalım. Niye? Neden? Nasıl? Ve hiçbir şekilde anayasaya uymuyor. 39 ilçenin büyük şehrini iptal ediyorsunuz aynı zarfın içerisinde dört tane tercih çıkıyor. Muhtar geç sağlamsın. Meclis üyesi sağlamsın. İlçe belediyesi sağlamsın. Büyükşehir sen sağlam değilsin. Sen dur bakalım bunu hak etmiyorsun. Nasıl benden alırsın? Almaman lazım gibi bir sonuç çıktı. Üzücü ne yazık ki umarım tabi bunu siyasilerimiz, alanda bulunanlarımız daha sağduyulu bir şekilde atlatır. Umarım Türkiye bütün bu dün akşam alınan karardan sonra çok daha fazla olumsuzluklar yaşamaz. 47 yılı çok da makul, sağlıklı bir şekilde atlatırız. 23 Haziran çok önemli. Orada da insanlarımız yine insanlarımızın sağlıklı, hoş görülü olması gerekiyor. O gün insanlar yine kararını verecek. Yine aynı yönde de karar çıkabilir, farklı yönde de karar çıkabilir. Ben hemen bugünden söyleyeyim. Aynı yönde karar çıktı. Yine bütün şartlara rağmen 15 bin oyla Cumhuriyet Halk Partisi adayı Ekrem İmamoğlu seçimi aldı. İşte yine bu YSK bu adama mazbata vermez. Hayır inanmıyorum ben artık. Bunun iki seferi de olmaz. Bu sefer insanları tutamazsınız, tutamazsınız. Yani dün gece evlerinde tencere, tava çalanları artık evlerinde de tutamazsınız. O hale gelmez inşallah. He ne oldu? 23 Haziran’da AK Parti adayı Binali Yıldırım 15 bin oyla kazandı. Bunu nasıl anlatacaksınız hiç bilemiyorum. Ve inanın bana bir yurtsever vatandaş olarak gönlümden geçen öyle bir sonuç olsun ki bari şöyle bir 100 binin üzerinde net olsun, kapansın iki taraf açısından da şu andaki seçimin kaybedeni bu seçimi ortada ciddi bir gerekçe olmadan iptal edenlerdir.