BÜMED MEÇ Okulları Kurumsal Gelişim Direktörü Bora Sinç, Akademik Bakış Programında Michael Kuyucu’nun konuğu oldu. Bora Sinç; Türkiye’de ana okulu, ilk okul ve orta okul eğitiminde verdiği farklı eğitim anlayışı ile onuncu yılını tamamlayan BÜMED MEÇ Okullarının eğitim politikasını ve Boğaziçi Üniversitesi ile olan ilişkisini anlattı. Bora Sinç, Michael Kuyucu’ya BÜMED MEÇ Okullarında “pozitif disiplin” stratejisinin uygulandığını ve ana okulda Türkçe ile beraber İngilizce eğitimi de verdiklerini, ikinci dil olarak ise Fransızca dil eğitimi verildiğine vurgu yaptı. Bora Sinç’in Michael Kuyucu’ya yaptığı açıklamalar şöyle:

Okulumuzun Temelleri Boğaziçi Üniversitesine Dayanıyor

Okulumuzun kurulma aşamasının temelinde yatan şey Boğaziçi Üniversitesi’nin içinde bulunan kültürü, yaklaşımı, akademik dünyaya bakış açısını, yaşam boyu öğrenme, insan ilişkileri gibi aslına bakarsanız sadece akademi ile ilgili olmayan aynı zamanda sosyal ve duygusal becerilerle de ilgili olan becerilere sahip olmakla ilgili hazırbulunuşluğu aslında sadece üniversiteye geldiği zaman değil oraya gelinceye kadar süre içerisinde edinmeye başlamak için kurulmuş bir okul burası.

Okula Gelenler Doğrudan Boğaziçi Üniversitesine mi Giriyor?

Başlangıçta herkesin aklına gelen ilk soru şu oluyor: “O zaman sizin okulunuza gelenler Boğaziçi Üniversitesi’ne doğrudan mı gidiyor?” gibi bir soruyla karşılaşıyoruz. Normal süreç böyle değil amaç bu değil. Üniversiteye öğrenci yetiştirmek gibi bir amaç değil buradaki. Aslına bakarsanız kültürün doğasında olan bu temel becerileri, tutum, davranış ve becerilerini sizin de çok iyi bildiğiniz, bilimsel dünyaya geçiş, sorgulama, araştırma, bilgiyi analiz edebilme, analiz ettiği bulgudan bilgi üretebilme gibi süreçleri küçük yaşlardan itibaren verebilme üzerine kurulduk.

Bazı becerileri küçük yaştan edindirmeye çalışarak aslına bakarsanız bilimsel dünyaya giriş için bir takım kazanımlar da vererek onların gerçek yaşama daha bilinçli bir şekilde başlayıp ülkemizde de kendilerine de belki dünyaya da katkıda bulunabilecekleri yeni bilgiler üretebilecekleri becerileri kazandırmak istiyoruz.

Boğaziçi Üniversitesinin Akademisyenlerinden Destek Alıyoruz

Eğitimi, öğrencilerin anlayabileceği günlük yaşantılarına aktarabilecekleri şekilde mümkün olduğu kadar eğlenceli bir biçimde oyunlaştırmak ve onların da keyif alabilecekleri şekle getirmeye gayret ediyoruz. Aslında okulumuzun en büyük farklılıklarından biri bu yaklaşım. Aslına bakarsanız üniversite ile bir anlamda organik olarak adlandırabileceğiniz bir bağımız var. Okulumuzun öğrenme yöntemini, modelimizi, eğitim yaklaşımımızı oluşturan hocalarımız diyebileceğim kişiler Boğaziçi Üniversitesi eğitim fakültesindeki hocalardı başlangıçta. Farklı alanlardan hocalarımızla da birlikte danışmanlık süreçlerimiz devam ediyor.

Bu danışmanlık sürecinden kast ettiklerimiz İngilizce öğretimi olsun hem içerde öğrencinin öğrenmesi ile ilgili süreç olsun hem bu sorgulamaya yönelik uygulamalarda doğru soruyu sorma ve o cevaplar üzerinden bilgi üretebilme beceri süreçleri olsun, bütün bunlardaki süreçlerle ilgili değerli hocalarımızdan danışmanlık alıyoruz.

İngilizce Eğitimine Ana Okulda Başlıyoruz

Yabancı dil eğitimine mümkün olduğu kadar küçük yaştan başlamak aslında esas olanı. Boğaziçi Üniversitesi’nde bize danışmanlık yapan hocamızın esas uzmanlık alanı küçük yaştan itibaren ikinci dil becerilerini öğrencilere kazandırılması süreci. Onlarla yapılan programlanan dil becerileri ile evrensel anlamda ilkokul düzeyine gelene kadar veya okul öncesi düzeyin “hazırlık” olarak adlandırılan (okul öncesi üç dönem ayrılıyor yuva, anasınıfı ve hazırlık) denilebilen sınıf bu süreç içerisinde, esas sahip olduğu ana dil becerilerini geliştirip kendini ifade etmek ile ilgili olan süreci bir anlamda ilk aşamada tamamladıktan sonra, ikinci dil olan İngilizceyi vermeye başlıyoruz.

Mesela şöyle bir örnekle size açıklamaya çalışayım; okul öncesindeki tüm sınıflarımızda öğrencilerimizin iki tane öğretmeni olur. Bir öğretmenimiz Türkçe ifade eder diğer öğretmenimiz de aynı şeyi, aynı konuyu aynı ifadeyi İngilizce dilinde anlatır. Burada amaç İngilizce öğretmenin ötesinde duyma becerilerini geliştirip kelime ile ilgili zihin haznesine atıp uygun olduğu zamanda da o kelimeyi adlandırarak isimlendirerek hatta seslendirerek söyleyebilme becerisini kazandırmak. İlk defa İngilizceye başlayan hemen her öğrenci için geçerli bu durum. Hatta daha önce İngilizce bilen öğrencilerimiz için de geçerli. Tam olarak anasınıfından itibaren başlıyoruz İngilizceye. İngilizce aslında öğrencilerimizin düzeyine göre günlük yaşamın bir parçası olarak başlıyor okulda.

İkinci Dil Eğitimi Fransızca

İlkokula başladığımız andan itibaren de normal derslerde disiplinler arası bağların entegrasyonu ile birlikte konuşma dilinin, yazı dilinin, dilbilgisi becerilerinin yavaş yavaş artırılarak akademik süreçlere yayılmasını hedefliyoruz. Amacımız Türkçede gördüğü herhangi bir konunun İngilizcesinin de terminolojisini biliyor olması. Örneğin mevsimler, mevsimlerin Türkçesini öğrendikten sonra İngilizcesini de görüyor olması gibi.  Aynı şekilde aynı danışman hocalarımızın bize önerdiği ikinci bir yabancı dil olan Fransızca ile devam ediyoruz beşinci sınıftan itibaren.

Pozitif Disiplin Stratejisini Uyguluyoruz

“Pozitif” ve “disiplin” deyince aslında insanlar tereddüt ediyorlar, ama pozitif diye başlayınca farklı bir bakış açısı kazanıyor kavram. Bu öğrenciler için de geçerli, öğretmenler için de geçerli, veliler içinde geçerli. Doğuştan itibaren anne baba olarak doğmuyoruz ya da öyle bir beceri ile başlamıyoruz hayata. Sonradan elde edilebilen bir beceri gibi düşünebilirsiniz bunu. Dolayısıyla aynı şekilde öğrencinin olduğu kadar velilerin de bu konuda desteğe ihtiyacı olabiliyor bazen, hem ev içinde hem de okul sürecinde

 

Öğrencilere Emir Kipleri Kullanmamaya Çalışıyoruz

Burada bahsettiğimiz disiplin belli bir kurallar bütününün haricinde  bunu verirken, uygularken içerde daha çok olumsuz “emir kipleri” ile üretilmiş yönergelerden öte aslında öğrenciyi de işin içine dahil eden, öğrencinin de dahil edilebildiği uygulamaları onlara fark ettirebilmek. Küçük bir örnek vereyim: Okullarımızda genellikle söylenen ‘koşmayın’ kelimesi. Düşünün okullardayız, çocuklar bahçede koşarlar daha doğrusu her yerde koşarlar, aslında koşmaları da beklenen bir davranıştır. Kendilerini “koşma” diyerek uyarmak yerine, öğrenciye onun için uygun olabilecek seçenekleri ona açıklayarak sunmayı tercih ederiz.

Aslında bizim burada yapmaya çalıştığımızda o. Mesela bulunduğumuz ortam içerisinde siz de takdir edersiniz masa varsa masanın üstünde bir şişe varsa, bir bardak da su varsa, odanın içerisinde küçük bir çocuk varsa koşacak. Biz çocuğa “koşma” demek yerine, durumu yaşına göre bilgi vererek, masadaki bardaktaki suyu düşmeyeceği şekilde başka bir yere koymayı tercih ediyoruz. Dolayısıyla; okul içerisinde öğrenci de “onu yapma” , “bunu yapma”,  “şunu etme”, “bunu etme” gibi yönergelerle kendini sınırlamak yerine düşünerek kendisinin bunun farkına varmasını hedefliyoruz. Duygusal zekanın temelleri olarak düşünebilirsiniz.

Öğrenciye “Yapma, Yasak” Demeyi Tercih Etmiyoruz

Bizim okul içerisinde oluşturmaya çalıştığımız en büyük hedeflerimizden bir tanesi de öğrencimizin kendi öğrenme sorumluluğunu alma becerisini sağlamak. Bunun da ucu yaşam boyu öğrenmeye götürüyor. Bütün bu zincir gibi birbirine bağlı olan becerilerin eğitim süreci içerisinde onu yapma, bunu yapma, şöyle etme, bu böyle olmaz gibi ifadelerle bahsetmek yerine aslında onları cesaretlendirebileceğimiz, özgüvenlerini attırabileceğimiz, kendi kararlarını verdirebileceğimiz ortamlar oluşturmak istiyoruz. İşin kolayı aslında baktığınızda daha basit anlamda söyleyeyim bir “şey yapma yasaktır” demek en kolayı ama bunun neden yapılmaması gerektiğini açıklamak zor bir süreç. Biz okulda bu zor süreci tercih ediyoruz.

Program Podcast :